Kayıp Tanrılar Ülkesi
Ülkemizde polisiye türü denildiğinde aklımıza ilk gelen yazarlardandır Ahmet Ümit. Her ne kadar polisiyeye duygusuz edebiyat gözüyle bakan bir kesim olsa da bu türde ortaya konan eserlerin de insanı alıp bir yerlere götürdüğünü ve önemli bir okuyucu kitlesine sahip olduğunu göz ardı edemeyiz. Kayıp Tanrılar Ülkesi de Ahmet Ümit’in Haziran ayında okuyucuyla buluşan son kitabı. Mitolojiye, arkeolojiye ilgi duyan ve polisiye okumaktan hoşlananlar için nokta atışı bir eser.
Yeni bir karakter; Başkomiser Yıldız Karasu
Ahmet Ümit’i okuyanlar iyi bilir; yazarın kitaplarında yer alan karakteri Başkomiser Nevzat’tır. Yardımcıları Ali ve Zeynep ile beraber cinayet büroda en çetrefilli cinayetleri inceler ve katilleri bulmaya çalışır. Yazar bu karakterle kendini o kadar özdeşleştirmiştir ki sosyal medya hesaplarında bile kullanıcı adı olarak bu isim yer alır. Ben de ne zaman Başkomiser Nevzat’ın yer aldığı kitabı okuyor olsam gözümde canlanan Ahmet Ümit’in yüzüdür aslında.
Fakat yazar bu eserinde bir değişikliğe giderek yeni bir karakter sunmuş bize: Başkomiser Yıldız Karasu. Bununla ilgili olarak Ahmet Ümit, kendi kendime de meydan okumak istedim diyor çünkü her ne kadar okuyucu Başkomiser Nevzat’ı çok seviyor olsa da sürekli aynı karakteri yazmaktan ve aynı olay örgüsüyle ilerlemekten ben de sıkılıyorum diye de ekliyor. Yıldız Karasu, Berlin emniyetinde görevli, aslen Türk ama doğma büyüme Berlinli bir Alman vatandaşıdır. Oldukça başarılı, bağlı bulunduğu ülkeye ve teşkilata hizmet veren bir polistir. Bu hikâyede Yıldız Karasu ve yardımcısı Tobias Becker, Berlin’de bir Türk’ün ilginç şekilde öldürülmesiyle başlayan seri cinayetleri çözmek için işe koyulur.
Mitolojinin ilginç yansımaları
Başkomiser Karasu ve yardımcısı cinayetlerde bir takım mitolojik izler tespit eder. Öldürülen gencin ailesi Bergama (Pergamon) Antik Kenti kazılarında yer almıştır ve Bergama’dan Almanya’ya ilk göç edenler arasındadır. Ailenin geçmişinde kendini Yunan tanrısı zannedenler olmuş, kanlı kavgalar yaşanmıştır. Bu ailevi karmaşıklıkların yanı sıra Almanya’da kendini gizliden gizliye hissettiren Neo-Naziler’in tutumları da diğer tüm göçmenler gibi bu aileyi de etkilemektedir. Berlin emniyeti tüm bu problemlerin izini sürmeye başlar.
Kayıp Tanrılar Ülkesi adından da anlaşılacağı üzere mitoloji üzerinden giden bir eser. Şahsen mitolojiye pek ilgim yoktur, kim kimdir, nasıl efsaneleri vardır pek bilmem. Buna rağmen kitabı özellikle yarısından sonra ilgiyle okuduğumu söyleyebilirim. Bu durumda mitoloji ve arkeoloji severlerin bayıla bayıla okuyacağına eminim.
Bergama’dan Berlin’e uzanan bir yolculuk
Ahmet Ümit, her kitabına çok çalışır ve bunu da satır aralarında hissettirir. Kayıp Tanrılar Ülkesi’ni yazarken de hem Berlin’de hem Bergama’da çok zaman geçirdi. Bunu nereden biliyorum? Sosyal medyada yaptığı paylaşımları takip ettim ve kitabı işleye işleye yazdığına uzaktan da olsa şahit oldum. Diğer tüm kitaplarında olduğu gibi bu kitabında da edindiği bilgileri olay örgüsünün aralarında sunmuş. Kimi okuyucu bu bilgilerin kendilerini asıl olaydan uzaklaştırdığını düşünse de aslında çok büyük bir zenginlik olduğunu söylemem gerekir.
Kitapta yer olarak Bergama ve Berlin’in seçilmesinin altında 1878 yılında bizim topraklarımızdan, Bergama’dan, Berlin’e götürülen önemli bir eser yatıyor: Pergamon Altarı ya da diğer bir adıyla Zeus Sunağı. Antik dönemin en önemli şehirlerinden biri olan Pergamon’da (Bergama) bulunan bu eser, o dönemin sekizinci harikası olarak kabul edilmiş. Çok uzunca bir süre elimizde tutmayı başarsak da 1878 yılında bu önemli eseri Almanlar’a satmışız ve artık sadece Berlin’de Pergamon Müzesi‘nde sergilenen bir eser diye bahsedebiliyoruz.
Kayıp Tanrılar Ülkesi, sıradan bir roman değil. Çok emek verilmiş ve üzerinde çok çalışılmış bir eser. Polisiye türe veya mitolojiye ilginiz yoksa çok cezbetmeyebilir ama roman sadece bu iki unsurla da sınırlı değil. Neo-naziler ve göçmenlerin hayatlarıyla beraber, grandiyoz paranoya denilen ve kendini çok önemli kişilerin yerine koyma, bir adım daha ileri giderek kendini o kişi sanma ve en sonunda da kendini tanrı olarak görme hastalığının sonuçlarını da okuyoruz. Zaten bunun anlatılabilmesi için de mitolojiden daha iyi bir kaynak seçilemezdi sanırım.
İyi okumalar diliyorum…
Sitedeki diğer film ve kitap incelemelerime buradan ulaşabilirsiniz.