Veba : İnsanlığın Üstüne Çöken Kabus

1913 yılında Cezayir’in küçük bir kasabasında, yoksul bir ailede dünyaya gelen Albert Camus, babasını I.Dünya Savaşı’nda kaybetmiş ve annesi ile çok zor koşullar altında yaşamıştır.

Veba : İnsanlığın Üstüne Çöken Kabus
Albert Camus-Veba. Fotoğraf: Macide Yirmibeşoğlu

En çok bilinen ve sembolleriyle en çok ilgi çeken romanlarından olan Veba, yazarı Nobel ödülüne götüren yolda çok önemli bir yere sahiptir.

Kenti kapatın!

Yetkililerden gelen ‘Kenti kapatın!’ emrinden sonra, tüm giriş ve çıkışlar yasaklandı.

Yakınlaşma, kucaklaşma yasaktı ve enfeksiyon taşıma riski sebebiyle mektup göndermek bile yasaktı.

Ölü sayısı o kadar artmıştı ki artık mezarlara toplu gömülmeler yapılıyordu.

Temel besin maddeleri satan dükkanlar vitrinlerine ‘tükenmiştir’ levhaları asmaya başladı ve bunun sonucu olarak fırsatçılar büyük karlar elde ediyorlardı.

Albert Camus’un Veba adlı eserinden…

Ne kadar tanıdık gelen cümleler değil mi? Sanki 1947 yılında değil de 2020 yılında yazılmış gibi.

Albert Camus, bu eserinde Cezayir’in Oran kentine kabus gibi çöken vebayı anlatıyor bize. Sadece hastalığın yaşattığı felaketleri değil aynı zamanda dünyayı etkisi altına alan savaşların etkilerini de okuyucuya sembollerle sunuyor.

Veba’nın konusu

194.. yılında (tam yıl belirtilmiyor) Oran kentinde hayat normal seyrinde devam ederken can çekişen, acıyla ölen fareler ortaya çıkmaya başlar. İlk başlarda önemsenmese de kısa sürede ölü farelerin sayısı artar ve o zaman bir tuhaflık olduğu anlaşılır.

Artık her yerde, insanların gözleri önünde toplu fare ölümleri vardır. Bunun veba olduğunu ilk Dr. Rieux fark eder ve hastalığın insanlara bulaşması çok uzun sürmez. Ölüm haberleri gün be gün artarken katı önlemlerle beraber şehir karantinaya alınır.

İşte o anda insanların gerçek mücadelesi başlar. Bana bulaşmaz diyenler, umudunu kaybetmeden mücadele edenler, umudunu kaybedip yenik düşenler, ölüm haberlerini önce abartıp sonra da panik olmasın diye olduğundan az gösteren gazeteler, vurulma pahasına da olsa her şeyi göze alıp şehirden kaçmaya çalışanlar…

Veba neyi sembolize ediyor?

Albert Camus, vebanın bir kabus gibi kenti sarmasını ve insanları yalnızlaştırmasını anlatarak o dönem Batı Avrupa’yı işgal eden Nazi Almanyasına ve onun nezdinde tüm savaşlara ve işgallere gönderme yapmaktadır.

Halihazırda yaşadığımız Covid-19’un etkisiyle kitabı okurken direk hastalık ve karantina üzerine yoğunlaşsak da aslında anlatmak istediği başka şeyler olduğunu da göz ardı etmemeliyiz.

Kitabın karakterleri de farklı yönleriyle ortaya çıkar:

Vebayı ilk farkeden ve herkesi bilinçlendirmek için çabalayan Doktor Rieux, salgınla ilgili raporlar hazırlayan devlet memuru Grand, gönüllü destekçi Tarrou, salgın başlayınca kentte mahsur kalan gazeteci Rambert, cinayetten yargılanan ve veba sayesinde mahkumiyetten kurtulan Cottard, vebayı ilahi bir lanet olarak yorumlayan Rahip Paneloux. Her biri toplumun bir kesimini temsil etmektedir.

İnsanlık kurtulur mu?

Albert Camus 1950 yılından sonra kendini insan haklarına adamış ve 1957 yılında Rudyard Kipling’in ardından Nobel ödülünü kazanan en genç ikinci yazar olarak tarihe geçmiştir.

En güzel sözlerinde biri: ‘Çocuklara işkence yapılan bu dünyayı sevmeyi ölünceye kadar reddedeceğim’ olmuştur ve 47 yaşında bir trafik kazasında hayatını kaybedene kadar bu sözünün arkasında durmuştur.

İnsanoğlu ezelden beri hastalıklar, savaşlar, ayrılıklar, zorbalıklar ile mücadele etmiş. Her birinin ortaya çıkmasında yine kendi parmağı olmuş. Her defasında artık olmasın dense de devran hep böyle devam etmiş.

Veba gibi hastalıklara çare bulunur ve insanlar kurtulur ama kötülüklere çare bulunur da insanlık kurtulur mu dersiniz?

Şunlar da hoşunuza gidebilir..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir