Sadeleşmeye dair

Fotoğraf: Ayfershus

Bir ülke düşünün dünyadaki en refah, en zengin ülkelerinden biri. Halkın çok büyük bir kısmı hemen hemen aynı standartlarda yaşıyor. Doktor da olsanız, mühendiste, asgari ücretle çalışan işçi de olsanız maaş skalalarınız arasındaki fark çok az. Bizdeki gibi gelirler arasında uçurum yok, öyle bir sistemleri de yok.

“Lagom” (ne az, ne çok, kararınca) dedikleri aslında bir kültür olan; sana hizmet eden eşyaların da, arkadaşlarının da, yediğin yemeğin, evindeki eşyalarının da, gelirinin de, giderinin de, kıyafetlerinin de, alışkanlıklarının, yaptığın sporun da, uykunun da, her şeyin hayatında “kararınca” olması. Tasavvuftaki tek lokma, tek hırka ya da az ye, az uyu, az konuş dediğimiz aslında çok tanıdık ama bir o kadar da uzak olan. İsveçliler bu kültürü o kadar benimsiyor ve toplum olarak yaşıyorlar ki, sen de hangi ülkeden gelirsen gel kendini ona ayak uydururken buluyorsun, öyle bir karakterin yoksa bile gördükçe, yaşadıkça sen de benimsiyor ve o hale geliyorsun.

İşte bu kültürlerinden dolayı, bu kadar varlıklı insanların kocaman villalarda da yaşasalar, tek bir koltuk ve masası, evdeki insan sayısı kadar sandalye, hatta tabak çanağı olduğunu, evde gereksiz eşya bulundurmadıklarını, evlerinde tek bonkör davrandıkları eşyanın kocaman kütüphaneler ve kitaplar olduğunu görüyor, yeni yapılan sıfır bir evde oturduğunda, 4 kişilik aile için sadece 3 kapaklı gardırop yapıldığını görünce şaşırmıyor aksine sen de ona ayak uyduruyorsun. Böyle böyle sadeleşiyorsun.

Fotoğraf: Ayfershus

Buraya geldiğimizde dışardan bir gözle kendi hayatımıza baktığımızda, sürekli almak, tüketmek üzerine kuruluymuşuz demiştik. En son oturduğumuz evde eşime ve bana ait gardırop ve ayakkabılık olarak saydık, toplamda 22 kapak dolap kullanıyormuşuz. Çocuk odasının, banyoların ve çamaşır odasının dolapları da hariç. Ve biz o evde de kendimizce tasarruf ediyor, evden bir şeyi çıkarmadan yenisini almıyorduk. Evin işleri de bir türlü bitmediği, “bitemediği” için her gün evimize gelen yardımcımız vardı. Burada ise minimum dolap, minimum kıyafet ve minimum eşya var. İstanbul’da hatıra olarak bıraktığım, 13 yıl önce evlenirken aldığım yemek takımım şu anki tek tabak takımım, çatal bıçaklar da öyle tek, kahve fincanlarım da tek. Üstelik eski, yıpranmış ya da modası geçmiş olmaları benim için önemli değil, kullanılmışlıkları, bana hatırlattıkları, anne babama, kardeşlerime, arkadaşlarıma onlarla ikramda bulunduğum anlar, anılar, yaşanmışlıklar daha kıymetli.

En nihayetinde İstanbul’da yaşadığım 35 yılın aksine İsveç’te yaşadığım 4 yılda ve 39 yaşımda; eşyaların sadece araç olduğunu, kullanılmayan eşyanın bedenime, ruhuma, evime, çevreye, doğaya yük olduğunu anladım ve kabullendim. Kaç yaşında olursam olayım, ne kadar çok tüketim alışkanlığım olursa olsun sadeleşmeyi öğreniyorum. Nereye giderseniz oranın kültürünü benimsiyorsunuz dedikleri şey belki de. Benim İsveç’e dair öğrendiğim şeylerin başında bu geliyor. Bu kadar varlıklı, zengin, bir o kadar da mütevazi yaşayan İsveç’ten daha çok şey öğrenmeyi de diliyorum ve merak ediyorum. İsveç’in bana kattıklarını ve İsveç’e dair öğrendiğim şeyleri paylaşmaya devam edeceğim.

Siz de sadeleşmek ister miydiniz ve sadeleşmeye ilk neyden başlardınız?

Ayfershus

Doğma büyüme İstanbulluyum. İşletme fakültesi okudum, insan kaynakları alanında çalıştım. Evli ve 2 çocuk annesiyim. Oğlum 3, kızım 1,5 yaşındayken İsveç'e yerleşme kararı aldık ve burada 5. yılımıza girdik. Şu anda İsveçce öğreniyorum ve tekrar üniversite okumanın planlarını yapıyorum. Bununla birlikte hobilerimle uğraşıyorum. Bolca yazmayı, nakış yapmayı, mutfakta tarifler denemeyi, doğada yürüyüş yapmayı ve sevdiklerimle vakit geçirmeyi seviyorum.

Şunlar da hoşunuza gidebilir..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir