Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?

Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?
Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?

“Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü? filmi, Yılmaz Erdoğan‘ın aynı adı taşıyan ve 1999 yılında sahnelenmeye başlayan tiyatro oyunundan uyarlanmış. Dört basamaklı sayıları zihinden çarpabilecek kadar zeki bir kız çocuğu olan Gülseren’in hayatına dair kesitleri, döneme dair olayları izliyoruz. Huzur evine (akıl hastanesi de olabilir çok anlaşılmıyor) gelen gazetecinin sorularını fotoğraflarla anlatıyor Gülseren.

Padişahlara hizmet eden büyük dedelerinin sayesinde büyük bir konakta, “soyumuz saraylara dayanıyor” avuntusuyla yaşayan bir annenin tek evladı olarak, amcasının tutuklandığı gün doğar Gülseren. Babası bir dönem memuriyet yaptıktan sonra ticaret hayatına atılmış ancak çok da dikiş tutturamamış başarısız bir tüccardır. Eski ihtişamlı hayatlarına özlem duyarak günden güne yoksullaşarak geçer günler.

Akıl başa belâ; sıradan olmamak!

Daha küçük yaşta okumaya, yazmaya ve hesap yapmaya başlayan üstün zekalı Gülseren, her devrin aydını gibi anlaşılmaz. Sıradan bir insan olarak yaşayamadığı, algıladıklarını söylemekten de geri durmadığı için yadırganır ve hatta “deli” ve “aklını kaçırmış” ithamlarına muhatap olur. Tabi bunda ateş böcekleri ile konuşması ya da ateş böceklerini görmek için el feneriyle dışarı çıkması da etkili olur pekâlâ. Zekâsına rağmen “saygısızlık” ve “terbiyesizlik” olarak nitelendirilen hareketlerinden dolayı okuldan atılır.

Hayatı çok ciddiye almayan, zıtlıkları ortaya çıkarmayı seven bir yapısı vardır Gülseren’in. Aslında “eğlenceli” görülebilecek bir kişilik iken “sorunlu” gibi algılanır. “Ya okuyacaksın ya evleneceksin!” dayatmasına da maruz kalır. Her olaydan kendince bir çıkış yolu bulur ancak kendisini anlayan sadece babası, Nazif vardır. Annesi, geçmişteki müferreh günlerine özlemi nedeniyle ne eşinden ne de çocuğundan memnun değildir.

12 Eylül öncesi ve sonrası

Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü? filminde bir döneme dair hikayeler aynı evin içinde yaşayan dayı ve amca üzerinden anlatılır. Örneğin amca “devrim” türküleri söylerken dayı camiye gider. Birbirlerinden haz etmezler; ne selam verirler birbirlerine ne de ortak bir noktada buluşabilirler. “Örümcek kafalı”, “yobaz”, “abdestsiz”, “kafir” ve “komünist” olarak birbirlerini yaftalarlar, birbirlerini anlamaya çalışmazlar. 12 Eylül 1980 tarihi geldiğinde amca tüm kitaplarını bir çukura gömmek ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldığında, dayı askerlerin kendisini almaya geleceğini hiç düşünmemiştir bile! Ya da duvarlara “Kahrolsun Faşizm” yazan Veli, o sokağın kısa pantolonla gezen çocuğu değil midir eskiden!

Film, bu sahneleri anlatırken duygulanmamak elde değil. Darbeden yıllar sonra “Bir sağdan bir soldan astık!” diyerek topluma karşı eşit davrandıklarını söylemişti Kenan Evren. Şartların olgunlaşmasını beklediklerini ve bunu desteklediklerini de. Her dönemde benzer kavgaların devam ettiğini gördükçe ağlanacak halimize gülüyoruz bu sahnelerde.

Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?
Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?

Babasının iğde ve son girdiği tuz ticaretinde başına gelen talihsizliklerden dolayı sağlığı bozulur ve vefat eder Gülseren’in. Onu tek anlayan kişinin de hayatından ayrılması onu kendi kabuğuna iter. Belki de bundan dolayı kabul eder bir kasabın karısı olmayı. Basit bir toplama, çıkarma işlemini yapamayan kocasına yardımcı olmanın mükafatını (!) dayak yiyerek alır. Her şeyi çok bilme suçuyla (!) babasının evine, annesinin yanına döner.

Evine ekmek getirdiği sürece kocadan yenilen dayağın sineye çekilmesi istenir kadından. İnsanın içindeki acıların toplamını bilmek isteyen yoktur. Şiddet gördüğünü söyleyen bir kadına “EEeee….” cümlesini kuran annesidir. Toplumu olduğu haliyle, kalıplarıyla ortaya koyan bir film izleriz aslında. Bir şeyleri değiştiremeyen ama sadece sesli düşünen bir Gülseren’e tahammül edemez toplum. Koca dayağından babasının evine döndüğü gün amcasına, dayısından farklı olmadığını “öğrendiklerini desteklemek için okuduğunu” söylediğinde Hazım amcasından “Bazı şeyleri kasabın eski karısından öğrenecek kadar kötü durumda değiliz!” sözünü duyar örneğin. Hayat çok acımasızdır ve o ateş böceklerinin ışığıyla mutlu olur sadece.

“Hayatımızdaki hiçbir şeyin mükemmel olmaması ne kadar mükemmel değil mi?” cümlesi onu yine haklı çıkarır. Aşık olduğu ve onunla ateş böceklerini izlediği genç, askerde şehit olur. Çalıştığı iş yeri kapanır derken… yıllar geçtikçe konak eskir, herşey değişir. Önce konağın ismi ahşap eve döner. Babasıyla dans ettiği, halasını uğurladığı, amcasını, dayısını yolcu ettiği köşkün önü bir otopark olarak kullanılır. Sonrasında ise bir pansiyon olur. Herşey değişir, değişmeyen tek şey Gülseren’in ateş böceklerine olan sevgisidir.

Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?
Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü? filminde Ecem Erkek başrolde. oynuyor

Netflix için çekilen Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü? filminin başrollerinde Ecem Erkek, Engin Alkan ve Devrim Yakut var. Oyunculuklar genel olarak başarılı. Tiyatroyu izlememiş biri olarak filme dair bir iki eleştirim olacak. Örneğin “kız isteme” sahnesine dakikalar ayrılırken gerçekten evlendiği sahnelere hiç atıf yapılmadan bir fotoğrafla geçiştirilmesi hoş olmamış. Diğeri ise Yılmaz Erdoğan’ın rol aldığı sahnede espriler tam oturmamış. Bir diğer eleştirim ise sağ- sol olaylarında cezaevine girme ve çıkma olayları çok yüzeysel işlenmiş, acının tarifi yapılamamış.

Beni üzen bir başka mesele ise süper zeki gençlerimizin kıymetinin anlaşılamayarak harcanması, kayda değer bir şey üretememek. Eğitimcilerimize burada büyük görev düşüyor. Ne olur biraz daha gayret, gelecek nesil sizlerin eseriniz olacaktır!

Şunlar da hoşunuza gidebilir..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir