Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi
Fotoğraf: Macide Yirmibeşoğlu

Amerikalı yazar Mark Twain’in ‘Hayatın en iyi kısmının başta, en kötü kısmının da sonda olması ne yazık!’ sözünden ilham alan bir diğer Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald, Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi’ni (Özgün adıyla; The Curious Case of Benjamin Button) yazmaya karar verir. Hayatın tersine akışını biraz nükteli ve fantastik bir tarzda aktararak hem etkileyici, hem düşündürücü bir eser ortaya çıkarsa da diğer pek çok yazar gibi ölümünden sonra değeri bilinenlerden olur.

Bu hayatta bir terslik var!

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi şöyle başlar; 1860 yılında Bay ve Bayan Button’ın bir erkek çocukları dünyaya gelir. Hastaneye oğlunu görmeye giden babaya herkes tuhaf davranır. Bu davranışların sebebi çok geçmeden anlaşılır. Bebek Button, normal bildiğimiz bebekler gibi değildir. 70 yaşında yaşlı bir adam görünümünde doğmuştur. Üstelik boyu uzundur ve konuşabilmektedir. Aile her ne kadar şok yaşasa da evlattır, atsan atılmazdır, satsan satılmazdır. Böylelikle Button Ailesi, Benjamin adını verdikleri koca bebekleriyle sıra dışı bir hayata yelken açarlar.

Benjamin için hayat tersine akar. Yıllar ilerledikçe gençleşmeye başlar, yaşlı adam görünümünden çıkarak, orta yaşa, gençliğe, çocukluğa doğru gider. Evlendiğinde karısının yanında çok yaşlıdır ama yıllar geçtikçe karısı yanında annesi gibi durmaya başlar. Çocuğu olur ama yıllar sonra çocuğunu babası zannederler. Kulağa mantıksızlıklar silsilesi gibi gelse de okuduğunuzda farklı duygular hissedeceğinize eminim.

Beyaz perdesiz olmaz

Benjamin Button’ın Tuhaf Hikâyesi

Böylesi enteresan bir hikaye Hollywood’un da gözünden kaçmadığı için Benjamin Button’ın Tuhaf Hikayesi, 2008 yılında David Fincher’in yönetmenliğinde beyaz perdeye aktarıldı. Başrollerini Brad Pitt ve Cate Blanchett’in paylaştığı film 13 dalda Oscar’a aday gösterilip en iyi sanat yönetmeni, en iyi makyaj ve en iyi görsel efektler dallarında ödül kazandı.

50 sayfalık bir öyküden yaklaşık 3 saatlik başarılı bir film çıkaran senaristi ve yönetmeni ayrıca tebrik etmek gerekir. Kitapla film arasında bazı farklar var tabii ama ana konu aynı. İki eserin de uçta olduğunu söyleyebilirim. Kitap tadını damağımızda bırakacak ölçüde kısa, filmse bazı detaylar sebebiyle gereğinden uzun ama her ikisinde de hikaye can alıcı.

Genellikle kitapların filmlerden daha iyi olduğunu savunurum, hikayeleri okumak benim için daha etkileyicidir çünkü kendi kafamda oluşturduğum dünyayı daha çok severim ama böylesi değişik ve fantastik bir konunun filmini izlemek, görmek, hissetmek gerekiyor diye düşünüyorum ki etkileyiciliğini daha iyi anlayabilesiniz.

Artık çocuk gibi…

Evet Benjamin Button’ın yaşlı bir adam olarak başladığı hayatı bir bebek olarak sona eriyor. Eşyanın tabiatına ters bir olay, görüntü olarak böyle bir şeyin olması mümkün değil ama aslında ruhsal olarak bu durumun yaşandığını yaşlılarla vakit geçirenler kolaylıkla anlayabilirler. Örneğin yaşını başını almış, eli öpülesi büyüklerimiz için ‘Artık çocuk gibi!’ deriz. Üç kelimelik bir cümle: Artık çocuk gibi… Aslında bu kısacık cümle özünde çok şeyi barındırır. Artık bu dünyayla ilgisini kesti, hayatının son demlerini yaşıyor demek isteriz. Herkes kendi annesinde, babasında, nenesinde, dedesinde görür. Yaş aldıkça bebek gibi bakıma muhtaç hale gelirler, alıngan olurlar, hiç bir şey hatırlayamazlar, çocukça hareketler sergilerler çünkü bebeklik ve yaşlılık dönemleri birbirinin kopyasıdır. Mesele; farkında olup ibret alabilmek ve ona göre davranabilmektedir…

Eğer Benjamin Button ile daha önce hiç tanışmadıysanız önce kitabını okumanızı, sonra da filmini izlemenizi tavsiye ederim. Filmin bir yetişkin filmi olduğunu, çocuklara hitap etmediğini de hatırlatmak isterim.

İyi okumalar ve iyi seyirler…

Sitedeki diğer film ve kitap incelemelerime buradan ulaşabilirsiniz.

Şunlar da hoşunuza gidebilir..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir