Babam ve Oğlum

Babam ve Oğlum

Çağan Irmak’ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği Babam ve Oğlum filmi, 12 Eylül dönemine dair dokunuşlarıyla hem bir dönem filmi hem de her ailede yaşanabilecek dargınlık, ayrılık ve barışmalarıyla bir aile filmi. Gençlik idealleri, var olma ya da kendini gerçekleştirme isteği sonucunda Sadık’ın ailesine karşı gelerek gittiği büyükşehirden hüzünlü bir hikayeyle dönüşü anlatılıyor. Sadık’ın yalnız başına çıktığı yolculuktan oğluyla birlikte kasabaya geri dönüşü bir çok soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.

Babam ve Oğlum‘un Hikayesi

Babam ve Oğlum

Ege’deki çiftlikten gazetecilik okumak için ayrılan Sadık’ın, yıllar sonra oğluyla beraber yeniden çiftliğe dönüşü, 12 Eylül Darbesi arka planında aktarılıyor. Filmin çekimleri İzmir (Seferihisar), Balıkesir (Ayvalık) ve İstanbul’da gerçekleştirildi.

Sadık, çiftlikten üniversite okumak, gazetecilik eğitimi almak için ayrılmıştır. Babası Hüseyin (Çetin Tekindor) ise onun ziraat mühendisliği okuyup çiftliğin işlerini devralmasını istemektedir. Sadık, daha üniversite yıllarında siyasetle yakından ilgilenir. Bunu öğrenen babası Hüseyin, oğlunu evlatlıktan reddeder. 70’li yıllarda birçok siyasi olaya karışan Sadık’ı daha zor günler beklemektedir. 1980 yılının 12 Eylül günü sabah erken saatlerde karısının doğum sancılarının tutmasıyla dışarı fırlayan çift, hastaneye gitmek için araç bulamazlar, çünkü ülkede askerî darbe gerçekleşmektedir. Sadık’ın karısı, doğum esnasında hayatını kaybeder ama küçük Deniz hayattadır. Gördüğü işkence ve yattığı hapisten sonra sağlığı bozulan Sadık, hastalığının ölümcül olduğunu anladığında Deniz’i Ege’deki çiftliğe, annesinin ve konuşmadığı babasının yanına götürmekten başka bir yol bulamaz. Çizgi romanlara ve onun büyülü dünyasına oldukça meraklı olan Deniz için evin yanaşmaları, küs teyze (Şerif Sezer), traktör kullanan ve telsizle konuşan babaanne (Hümeyra), bileğinden boğazına kadar bilezikle dolaşan gelin Hanife (Binnur Kaya) ve saf bir amca (Yetkin Dikinciler) ile tanışmak, onun için oldukça farklı bir deneyim olacaktır. Sadık ve Hüseyin’in geçmişle hesaplaşmaları ise oldukça sıkıntılı gelişmelere neden olacaktır.

Filmin Konusu;

Babam ve Oğlum

Deniz, 12 Eylül gecesinde sokakta dünyaya gelir. Annesi, sıkıyönetim sebebiyle vaktinde hastaneye yetişemediğinden hayatını kaybeder. Babası Sadık ise gazetecidir ve bu süreçte işkenceye maruz kalır. Sadık, Deniz’i kendi gayretleriyle büyütür, ta ki dermansız bir hastalığa yakalanana kadar. Sadık, evladı Deniz’i kapısını çarpıp çıktığı baba ocağından başka bir yere emanet etmek istemez. Babasından başka kimseyi tanımayan küçük Deniz için ise durum hayli karışıktır. Artık dedesiyle, babaannesiyle ve tanımadığı akrabalarıyla küçük bir kasabada yaşamaya başlayacaktır.

Sadık, oğluyla köye geldiği zaman uzun yıllar konuşmadığı, görmediği, kendisini evlatlıktan reddeden babasını ilk kez görür. Aralarındaki husumet bir anda bitecek türden değildir. Habersiz geliş soru işaretlerine sebep olduğu için tedirgin eder haliyle. Sadık’ın yıllar sonra dönüşüne bir anlam veremezler. Ancak diğer taraftan torun sevmek ve oğullarını görmek aileyi mutlu eder. Deniz, daha önce birlikte olmadığı, vakit geçirmediği ailesine alışırken ve hayatı düzene girerken yaşanan acı herkeste derin izler bırakacaktır.

Senaryosu, kurgusu ve oyunculuklarıyla gönülleri fetheden Babam ve Oğlum, Türk Sineması’nın son dönemdeki en etkileyici filmlerinden biridir. Ağlarken gülebildiğiniz, gülerken düşünebildiğiniz, düşünürken hissettiğiniz sahici sahneler içine alır sizi. Çetin Tekindor (Hüseyin Efendi), Fikret Kuşkan (Sadık), Hümeyra (Nuran), Tuba Büyüküstün (Aysun), Şerif Sezer (Gülbeyaz), Binnur Kaya (Hanife), Yetkin Dikinciler (Salim), Özge Özberk (Birgül), Ege Tanman’ın (Deniz) oyuncu kadrosunda yer aldığı ve ödülleri topladığı Babam ve Oğlum, Türk Sineması’nın dram türündeki başarılı bir örneği olarak karşımızda duruyor.

“Ona bir oda ver baba…”

Babam ve Oğlum

“Ona bir oda ver baba…” cümlesi insanların yüreğine dokundu ve bam telini titretti. Kapısını çarparak çıktığı baba ocağına geri dönüşün sözü bu. En sevdiği canını, oğlunu yine canından bir parça olan babasına, annesine emanet etmenin ifadesi. İzleyicilerin gözünü yaşartan, boğazını düğümleyen bir söz.

2005 yılında yapılan “Babam ve Oğlum” günümüz Türkiye’sinde gerçekliği olan ve farklı kuşaklara bakan yönleriyle duygulandıran, darbe dönemlerinden olumsuz etkilenen ve yoğun duygular yaşayan kuşaklar için yeri doldurulamayan filmlerden biridir.

Yağmurlu bir gündü…

Filmin gösterime girdiği ilk günlerdi. Bir kış günü, iş çıkışı, yağmurlu bir İstanbul akşamında üç arkadaş izlemeye gitmiştik Babam ve Oğlum’u. Arkadaşlarımın duygularını bilmiyorum ama ağlamamaya yeminliydim nerdeyse. İzleyenlerden “duygu yüklü bir film” sözü klişe gelmişti belki de. 108 dakika boyunca değilse bile ağladık, ağladık.. Ağlarken güldüğüm de oldu tabii. Film bittiğinde üç arkadaş, gözlerimiz kıpkırmızı, gözyaşlarımızı birbirimize göstermemeye gayret ederek sinema salonundan çıktık ve Egeli arkadaşın evinde oturduk, onun elinden zeytinyağlı börülce yemeği yedik. Ege insanının samimi hali hem sinemada hem de gerçekte karşımda duruyordu. Daha yirmili yaşlarda iken yaşadığımız büyük acılar yoktu şüphesiz. Ancak Türkiye’de darbe dönemlerine dair iç burkan hikayeler hiç az değil. Ne yazık ki son da değil.

İnsanların, gençken gözünde büyüttüğü kişiler ya da idealler beklediği belki de istediği gibi çıkmayabiliyor. Mesela, sevdiği biri için ölümü bile göze alabiliyorken, ailesini bu yüzden bir kenara itivermişken kişi belli bir süre sonra arkadaşlığını kendi bitirebiliyor ya da ayrılabiliyor. İnanılan, ölümüne savunulan değerlerde yalnız kaldıkça çaresizlik ve yetersizlik duygularının daha baskın hale gelmesi, gençlik yıllarında yalnızlık en büyük başarı göstergesi iken yaş ilerledikçe sosyal yaşam önemli hale geliyor. Filmde de Sadık oğlunu emanet etmek için yıllar önce terk ettiği eve geri dönmeye karar veriyor.

Geleneklerine bağlı olan Hüseyin Ağa, oğlu Sadık’ın kararına saygı duymamış ve onu evlatlıktan red etmiştir. Ancak torunuyla birlikte bu geri dönüş onu da ikilemde bırakmıştır. Hüseyin Ağa, oğlu gibi torununu da yok sayma ve torununu sevdiği için oğlunu affetme duygularını izleyiciye yansıtmıştır.

Açeydim gollarımı gitme diyeydim…

Babam ve Oğlum

Gitmek isteyen birine engel olunabilir mi? “Açeydim gollarımı gitme diyeydim?” sözü filmin en can alıcı sahnelerinden biridir. Hüseyin Ağanın bu haykırışı giden birine asla engel olunamayacağını ifade eder. Filmde diğer oğlu Salim, ona doğru koşar ve unutulmaz bir sahne yaşanır.

Kasabada gençlik aşkıyla karşılaşan Sadık, ona “evlendin mi?” diye sorar. “Evlendim tabi, evlenmez mi insan?” diye gelen cevap da izleyicileri düşünmeye sevk eder. Başkasını severken, toplumsal bir statü almak, yalnız kalmamak için toplumun kurallarına uymak mı yoksa her şeye rağmen sevdiğini beklemeyi göze almak mıdır gerçek sevgi?

Filmin sonunda siyah beyaz ekranda Sadık’ın çocukluğu izlenir. Çağan Irmak, her insanın hayali kadar yaşadığını, insanların hayalleri değil, hayallerin kendisini gerçekleştirebilecek insanları seçtiğini izleyicisine hatırlatır.

Filmin Aldığı Ödüller

  • 2006 Uluslararası İstanbul Film Festivali: En iyi film (Çağan Irmak), En iyi erkek oyuncu (Fikret Kuşkan), En iyi kadın oyuncu (Şerif Sezer)
  • 38. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri: En iyi film – En iyi yönetmen – En iyi senaryo (Çağan Irmak), En iyi kadın oyuncu (Hümeyra), En iyi erkek oyuncu (Çetin Tekindor),
    En iyi yardımcı kadın oyuncu (Şerif Sezer).
  • 2005 ÇASOD Ödülleri: En iyi erkek oyuncu (Çetin Tekindor)
  • 2006 Nürnberg Film Festivali (Almanya-Türkiye): En iyi film – İzleyici Ödülü (Çağan Irmak)
  • 2006 Dünya Film Müzikleri Ödülleri: Dünya film müziği ödülü (Evanthia Reboutsika)
    Sadri Alışık Ödülleri: En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Özge Özberk

Şunlar da hoşunuza gidebilir..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir